Metrobüs, iş veya okul için kıtalararası yolculuk yapan insanlar için mucizevi bir kolaylık, bir o kadar da zorlu bir mücadele niteliğinde. Pazar sabahları oturmak mümkün olabiliyorken hafta içi sabah ve akşam tıkanıklıklarında Söğütlüçeşme’den Avcılar’a kadar tüm duraklarda kişisel alanınız çeşitli pozisyonlarda ihlal edilmesini göze alarak ulaşıma harcadığınız süreyi azaltabiliyorsunuz. Nüfusun bölgeler arasında asimetrik yayılması sonucu İstanbul’un güney yarısı 16 milyonluk nüfusun büyük kısmına ev sahipliği yapıyor. Böylesine kalabalık ve kaotik bir düzende var olmak bir hayli yıpratıcı olabiliyor. Hal böyle olunca şehirden uzaklaşıp kafa dinlemek için elimize geçen her fırsat altın değerinde oluyor.
Sıcak bir yaz günü staj yaptığım şirkete gitmek için bindiğim metrobüste telefonum çaldı. Hafta sonu takım idmanı iptal edilmişti. Çok uzun bir zamanın ardından iki buçuk gün boyunca yapmam gereken hiçbir şey yoktu. Ben de patronumdan cuma günü için izin aldım. Şehirden uzaklaşıp biraz kafa dinlemek için güzel bir fırsattı. İlk başta kafamda Bozcaada’ya gitmek vardı, sonra aklıma kullanmaya hiç fırsat bulamadığım yeşil pasaportum geldi. Öte yandan Sofya, ulaşım açısından Bozcaada’dan daha erişilebilirdi, ayrıca bir yurt dışı kaçamağı daha cazip gelmişti. Vize işlemleriyle uğraşmadığınız zaman Sofya’ya seyahat planlamak ve gerekli rezervasyonları yapmak sadece birkaç saat sürüyor. Öyleyse “Ne ters gidebilir ki?”
Yolculuğa İlk Adım
Interrail görüntülerine özenerek otobüs yerine tren bileti aldım. Tren gece boyu yolculuk yapıyor, gümrük kontrolleri birkaç saat sürüyor. Akşam bindiğiniz trende rahat ve serin bir uyku çekip sabah Sofya’ya ulaşabiliyorsunuz. Dört kişilik olan kuşetler kondüktörler tarafından yeniden planlanıyor. Mesela ben gidişte evli bir çiftin yanına düşmüştüm. Kuşete girdikten otuz saniye sonra kondüktör beni oradan çekiştirdi ve arka vagonda boş olan bir kuşete yerleştirdi. Bu gibi durumlarda sizin ne düşündüğünüzün bir önemi yok. Tıpkı bir geminin kaptanı edasıyla yargı dağıtan kondüktörlerin komutlarına boyun eğmelisiniz, ancak bu sayede kazan-kazan durumunu sağlarsınız. İçinde 11 saat geçireceğiniz bu ulaşım aracının görevlileriyle iyi anlaşmanız durumunda size bazı imtiyazlar bile sağlanabilir. Sınır kapısında trenden indik, yaşlı bir amca ise zorla indirildi. Kaçak yolculara tolerans olmadığını hatırlatmalıyım. Gümrük pullarımızı alıp Türk Polisi’nin pasaport kontrolünden geçtikten sonra bilge kondüktör parasını vererek benden onun için duty free den alışveriş yapmamı rica etti, sanırım kendisinin alışveriş yapması yasak – veya kotasını doldurmuş olabilir, bilemiyorum. Karşılığında ise onun için aldığım ürünlerin bazılarını bana ikram etti. Tren Bulgar lokomotifine bağlanarak kapıdan geçti ve Bulgar devriyeleri hareket halindeki trende tekrar pasaport kontrolü yaptı. Öğrendikleri çok faydalı iki sihirli Türkçe kelime ile kolaylıkla anlaştık: “Komşu, pasaport”. Yolculuğun kalanı daha keyifliydi. Sabah gün doğduktan iki saat kadar sonra Eminönü’ndeki köfteciye adını veren Filibe’deydik. Yolculuğu arabayla yapmayı düşünenlerin Filibe’de köfte yemek için mola vermelerini tavsiye ederim. Belli mi olur, belki de gerçekten Filibe köftesi bizim Tekirdağ köftesini aratmayacak lezzettedir.
İlk İzlenimlerim
Sabah 09.30 sularında yeşilliklerin arasından ağır ağır geçerek Sofya tren garında indik. O an garda bozukluğa ihtiyacım oldu ve etrafta döviz dükkânı göremedim. Sabahın sekizinde garda oturan yaşlı ve İngilizce bilmeyen bir Bulgar vatandaşıyla tek kelime etmeden 9 TL karşılığı 3 Leva aldım ve ihtiyacımı giderdim. Tarzanca ve tehlike anında Slav aksanıyla İngilizce konuşmak hayat kurtarıcı olabiliyor, Doğu Avrupa’ya seyahat etmeden önce Boris’in kanalını takip etmeyi unutmayın. Sırada rezervasyon yaptığım otele gitmek vardı ama toplu taşıma seferleri çok seyrek olduğu için taksi harici bir alternatif düşünürken Emre abi ile tanıştım. Bulgaristan’a tıp okumak için gelmiş, sağ olsun bana dikkat etmem gereken bazı detayları gösterdi. Mesela, turist olduğunuzu anlayan Bulgar taksicileri, sizleri dolandırma konusunda Türk taksicilerden daha yaratıcı olabiliyorlar. Mafyaya ait olmayan iki taksi şirketi olduğunu, onlara binmem gerektiğini yoksa başımın belaya girebileceğini söyledi. Ardından Türk yemekleri yapan bir restorana gittik ve beni restoranın sahibi ile tanıştırdı. Olur da bir aksilik olursa oraya gidip Emre abinin selamını söyleyerek yardım alabileceğimi söyledi.
Sofya’da karnınızı doyurmak ve dolaşmak yüksek kur oranına rağmen İstanbul’dan daha ucuza geliyor. 7 Milyonluk nüfusuyla küçük bir ekonomi olan Bulgaristan’da kişi başına düşen milli gelir 8.000 USD civarında. Günlük hayatlarını gözlemlediğimizde rekabetten uzak ve daha az tüketimle daha mutlu olabilen bir halk görüyoruz. Şehir merkezindeki görülmeye değer Turistik eserlerin neredeyse tamamını yürüyerek yaklaşık 5 saatte gezmek mümkün. Ülke insanları zamanında Osmanlı topraklarına dahil olmaktan pek hoşnut değiller. Bu konu hakkında konuşmaya çalıştığım zaman vatandaşlar genelde rahatsızlıklarını dile getirdiler. Sofya’daki tüm tarihi yapılar görmeye değer ve her biri muazzam, ancak üzerinden yıllar geçtikten sonra bile asla unutmayacağım dört yapı var.
- Aleksandr Nevski Katedrali,
- Banyabaşı Camii,
- Alt katında Gazino olan parlamento binası
- Meçhul Asker Anıtı
Şehrin mimarisi büyük ölçüde Sovyet döneminde yapılmış tek renkli kocaman beton binalar ve geniş caddelerden oluşuyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar ile taraf olmak zorunda kalan Bulgaristan, 1944’te Sovyetler Birliğinin etkisine geçiyor ve bu ilişkinin derinliğini mimaride de görmek mümkün. Gördüğüm kadarıyla cadde planlaması açısından Türkiye ile kıyaslandığında en çok Eskişehir ili ile benzerlik gösteriyor. Bu cadde ve sokaklarda dolaşarak asıl tarihi eser olan şehrin kendisi hakkında daha çok bilgi edinebilirsiniz. Eski binaların duvarlarına resmedilmiş bazı kilise eserleri yürüyüşünüz esnasında karşınıza çıkabiliyor.
Karanlıkta Her Şey Daha Farklı
Tabi bu sokaklarda yürümek için doğru saati seçmeniz son derece önemli. Gece geç saatte canlı müzik yapan bir mekândan çıktıktan sonra parlamento binasının olduğu büyük cadde haricinde gireceğiniz herhangi bir ara sokakta bir yan kesiciyle veya aşırı sağcı bir grup insanla karşılaşmanız mümkün (veya belki de yalnızca benim kötü şansımdır). Geç saatlerde en iyi çözümünüz bu güvenilir taksi firmalarından birinin kartını alarak taksi hizmeti ile otelinize dönmeniz olur. O.K. amblemli taksi şirketi güvenilir şirketler arasında, ancak noktalara dikkat etmelisiniz. Yanlışlıkla O.K. veya O.K. şirketlerinin taksilerini kullanmanızı tavsiye etmiyorum.
Geceleri sessiz olan şehir merkezinde eğlence için açık olan birkaç kulüp bulmak mümkün. Bu yerler arasından rock müzik temalı bir yeri seçtim. Canlı ve kesintisiz müzik, eğlenen insanlar, her yerde görülebilecek bir atmosferdi ta ki karaoke etkinliği başlayana kadar. Doğu ile Batı Avrupa’nın turizm ve işgücü açısından dinamik bir ilişkisi vardır. Doğu Avrupalılar ücretleri daha yüksek olan Batı Avrupa medeniyetlerinde çalışmaya giderken Batı Avrupa ülkelerinin vatandaşları eğlence için Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ gibi ülkeleri sıkça ziyaret ediyorlar. Şansıma karaokeye çok hevesli, bekarlığa veda partisi veren İngiliz bir grup da o mekandaydı. Arkadaş grubu arasında son evlenen kişi olan damada söyleyemediği her şarkı için ağır kokteyller içiren bir iddiaya girmişler. Yanlış giden dördüncü denemenin ardından beni arkadaşı zanneden damat bey ayakta durabilmek için bana yaslanarak tüm hayatını anlattı. Bozuk ağızla verdikleri hayat tavsiyelerinin ve çokça el şakasının ardından eğlence mekânından ayrıldıktan sonra küçük bir çılgınlık yapıp otelime yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Saçlarını kazıtan ve Türklerden haz etmeyen bir grup vatansever beni tüm sıcaklıklarıyla sokağın öbür tarafından karşıladılar. Olayı hızlıca idrak etmek beni uzun ve acılı bir münasebetten kurtardı, olağanca hızımla onlardan uzaklaşmayı başardım ve şirketine dikkat etmediğim bir taksiye atladım. Emre abinin nasihati gereği Slav’laştırmaya çalıştığım İngilizce aksanımla “Sadece sür, yakın mesafe gideceğiz” dedim. Taksici bey sağ olsun makul bir ücretle beni istediğim yere bırakmayı kabul etti. Otele yakın bir mesafede araçtan inip yürümeye devam ettim.
Sofya’da Uygun Bir Konaklama
Yaklaşık 20 kilometre yürüyüş, birkaç sokaklık koşu ve bolca turistik gezinin ardından ilk günümü tamamlamış bir şekilde kendimi bir yıldızlı otelin rahat yatağına bıraktım. Otelimin (Easy Hotel) o koca yıldızını sonuna kadar hak ettiğini söyleyebilirim. Odalarda sadece büyük ve rahat bir yatak ve kompakt bir banyo var. Yatak da banyo da ihtiyaçlarınızı tam anlamıyla karşılayabiliyor. Hijyene ise bir öğrencinin barınabileceği kadar dikkat edilmiş. Olur da Sofya’ya bir tatil planlarsanız ve “öğrenci” değilseniz en azından üç yıldızlı bir otel tercih etmelisiniz.
Pazar sabahı şehrin “İstiklal Caddesi” olarak tanımlayabileceğimiz Vitosha Bulvarı’ndaki güzel bir mekânda kahvaltı ederek bu sefer şehrin mağazaları, restoranları ve meydanın biraz dışındaki Alışveriş Merkezini gezdim. Sofya, alışveriş açısından mütevazi bir şehir. İkinci bir 20 kilometrelik yürüyüşün ardından aksiyonsuz geçen ikinci günden çıkardığım dersler şu şekildeydi:
Alışveriş merkezinin tuvaletini kullanan insanlar büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’tan nefret ediyorlar, hatta bunu son derece müstehcen çizimlerle dile getirmişler.
Esnafın çoğu insanları kazıklamak istemiyor, turist olsalar bile.
Yazın gün ortasında Sofya’yı yürüyerek gezmeye karar verirseniz kesinlikle zorlandığınız yerde kendinizi atacağınız klimalı kafeleri önceden belirlemelisiniz. Sokaklar geniş ve havadarlar ancak bu genişlik üzerinize düşen gölgeleri azaltıyor. Mardin’e gidenler varsa dar sokakların kurtarıcılığını bilirler.
Küçük esnaf her zaman daha sıcak kanlıdır. Yanlış hatırlamıyorsam katedralin yakınlarında olması lazım, bit pazarında yapacağınız ufak alışverişler keyfinizi yerine getirebilir.
İkinci günümdeki gezmemi de bitirdikten sonra, tren saatimden önce Emre abi ile vedalaşıp yorgunluk kahvemi içtiğim, kibar garsonları olan Caffetteria isimli kafede kent meydanını izlerken son dersimi de aldım. Yazın favori içeceğim olan buzlu Americano kahvesini sipariş verirken garsona “Iced americano” yerine “espresso freddo” demeliymişim. Sanırım “Amerikan” kelimesinden pek haz etmiyorlar.
Yeni bir tren, yeni bir kondüktör, yeni yolcular ile yine bir 11 saat. Yedi dil bilen yaşlı Alman asıllı bir teyze ve bir grup Sırp gezgin ile ettiğim sohbetler ardından pazartesi sabahı 08.30’da trenden indim. 48 saatte 42 kilometrelik yürüyüş, 1200 KM tren yolculuğu, dayaktan kaçtığım bir gece macerası, lezzetli yemekler, nefes kesen tarih, sarhoş İngiliz turistlerle yapılan geyik muhabbetleri ve yeni arkadaşlar ile dolu bu maceranın ardından Halkalıya ulaşıp işe gitmek için Marmaray’a bindim.
Gezdiğiniz şehirdeki yapıların tarihçelerini Vikipedi’den de okuyabilirsiniz ama bu yapıları yapan ve muhafaza eden toplumun kafa yapısını, kültürünü ve davranış biçimini internette okuyarak öğrenemezsiniz. Bir şehre gezmeye gittiğiniz zaman şehirle etkileşime girmeye çalışmayı unutmayın çünkü bir kültürü anlamanın en iyi yolu oradaki toplumu anlamaktan geçer.