The Matrix 1999’da beyaz perdeye giren ve zamanının tartışmasız en yankı uyandıran filmlerinden biriydi, ne kadar bilim kurgu filmi gibi gözükse de ben bu filmi bir belgesel olarak nitelendiriyorum. Film, insanlığın farkında olmadan makineler tarafından içine hapsedildiği bir simülasyonda geçiyor. İnsanlar simülasyonun içinde yaşadıkları gündelik hayatlarıyla meşgulken, fiziksel bedenleri ise ürettikleri enerji için makineler tarafından yaratılan insan çiftliklerinde hapis tutuluyor.
Peki bu kadar distopik bir bilim kurgu filmini nasıl belgesel olarak yorumluyorum? Görsel olarak düşünürsek çok absürt gelebilir ama konsept olarak günümüz dünyasının bir kopyası. Neredeyse bütün ülke ve demokrasiler varoluş anlatılarını şu söylem üzerine kurar: Milletin (ve dolayısıyla bireyin) egemenliği. Fakat gerçekten öyle değil mi? Eğer belli yasalar ve kurallara uyarsak gerçekten istediğimiz gibi yaşamakta özgür ve kendi hayatlarımızın egemeni değil miyiz? Kölelik bunun neresinde?
İşte burada filmimizdeki kötü makinalar devreye giriyor, Merkez Bankaları. Para basarak enflasyon yaratmaları hepimizi, Morpheus’un deyimiyle birer pile çevirmeleri demek. Bunu anlamak için bazı kavramlar üzerinde iyi düşünmek lazım.
Para insan zaman ve enerjisinin saklandığı yerdir. Çalışarak enerjimizi ve zamanımızı harcarız, böylece bir şeylerin üretimine katkı sağlarız, karşılığında ise para kazanırız. Paranın değeri ise arz talep dengesinden gelir. Talebin sabit kaldığı bir senaryo düşünürsek; merkez bankaları para bastıkça, yani enflasyon yarattıkça, hepimizin cebindeki var olan paranın değeri azalacak.
Biri evimize girip satın aldığımız şeyleri çalsa bu kanunen suç ama bizim seçmediğimiz, politikasına karışamadığımız merkez bankaları yapınca suç olmuyor. Özellikle az oranda bir enflasyonun iyi olduğuna dair bir anlatı iletiyorlar, Robin Hood’a sorsanız o da hırsızlığın iyi olduğunu söyleyecektir, niyet ne olursa olsun hırsızlık hırsızlıktır.
Yaşadığımız hayat veya simülasyon, bir hırsızlık düzeni üzerine kurulu. Eğleniyoruz, daha mutlu bir hayat istiyoruz, çocuklarımıza sahip olduklarımızdan çoğunu verebilmek istiyoruz bunun için çalışıyoruz ve biriktiriyoruz ve de enflasyon ile soyuluyoruz. Ölene kadar enerjimiz azalırken enerjimizi biriktirdiğimiz para ile sonraki nesillere aktarmak istiyoruz ama bir pilin enerjisi çekildiği gibi soyuluyoruz. Sağlam olmayan makinalar düzenlerini sürdürmek için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor.