Türkiye’deki eğitim sistemine yapılan eleştirilerden ve ülkenin istihdamında ortaya çıkan sorunlardan yola çıkarak yeni bir seri oluşturmaya karar verdim. Serimin birinci bölümü olan bu yazımda yüksek öğretime geçişteki tercih yanılmasına değinmeye çalışacağım. Keyifli okumalar!
Lise ve Üniversitelere hazırlandığımız dönemler çocukluğumuzun ve gençliğimizin en zor dönemleri arasına konabilir. Dört sene aralıkla normalde yaşadığımızdan farklı formatta bir sınava tabi tutuluruz ve buradaki sıralamalarla kıyaslanarak bir sonraki eğitim yerimize karar veririz.
Merkezi sınav sistemi asla yeterince doğru olamaz çünkü her bir öğrencinin biyolojik ve psikolojik gelişimi farklı zamanlarda, farklı şartlarda ve farklı şekillerde gerçekleşiyor. Hepsini aynı gün tek formatlı bir sınava tıkmak kesinlikle mantıklı bir hareket değil. Peki, neden ısrarla yıllardır adı ve yerleştirme şekli evrilip çevrilerek aynı mantık diretiliyor? Çünkü öğrenci sayısı ve nitelikli okul (Fen Lisesi, Anadolu Lisesi vs.) sayısı birbirini karşılamıyor ve herkes kendisi veya evladı için en iyi eğitimi ister.
Ülkemizde eğitim sistemi eleştirilirken en iyi ve en kötü örnekler olarak sırasıyla Finlandiya ve Hindistan’ın eğitim sistemleri gösterilmektedir. Burada Hindistan’a değinmek istiyorum. Orta öğretimdeki kalifiye eğitimin püf noktaları hakkında yazacağım ikinci kısımda da Finlandiya’dan bahsedeceğim. Hindistan dünyanın en başarılı mühendislerini de çıkartmakta. Neden Hindistan eğitim sistemi listenin sonunda?
Çünkü burada bakılması gereken sayılar miktar değil oran belirtmeli. Eğitim sisteminin başarısını şu soruyla ölçmeliyiz: Kaybolan kaç hayata karşılık bu çıktı elde ediliyor? Her öğrenci, içinde bulunduğu toplum için kritik önem teşkil ediyor. Geleceğin öğretmenleri, manavları, berberleri, doktorları yetiştirilirken aradaki hata payı buna eş-zamanlı olarak geleceğin katilleri, acizleri, aylakları ve sosyopatlarını yaratmakta. En kötü sonuç ise bireyin kendine ve geleceğine olan inancını kaybetmesidir. BBC Delhi Muhabiri Sutik Biswas’ın haberine göre aralarında Doktor Vikram Patel’in bulunduğu bir grup araştırmacının yaptığı çalışmalar sonucu Hindistan’da intihar eden erkeklerin %40’ı, kadınların ise %56’sının 15-29 yaş arasında bulunduklarını gösteriyor.
Öğrencilerin taleplerini karşılayacak kadar kalifiye okul açmak mümkünatsız ve mantıksız bir harekettir. Her okul Anadolu Lisesi, her öğrenci mühendis olursa oluşacak tekniker açığından dolayı üretim sektörü riske girer, sosyologlar çay doldurur, ekonomistler saç keser, muhasebeciler kantin işletir…
Bu mantık bizi nereye götürüyor?
Masa başı çalışan ‘executive’ çalışanları beyaz yakalı, bilek gücü ve zanaat esaslı çalışan insanları da mavi yakalı olarak tanımlayacak olursak, bu mantıkla her öğrenci beyaz yakalı olmak için uğraş gösterecektir. Ülke mavi yakalı öğrenci yetiştiremeyecektir. Sonuç olarak (mesela) İktisadi Bilimler mezunu olarak aynı okulda, aynı eğitimi almış üç arkadaş X Bankası’nın kredi tahsis bölümü için savaşa girecek ve kazanan bir öğrenci genel müdürlükte ortalama maaşla işe başlarken kaybedenlerden birisi bankoda asgari ücretle işe başlamak zorunda kalacaktır. Aynı sınıftan aynı yılda mezun olmuş üçüncü arkadaş ise işsiz kalacaktır.
Bir idari bilimler mezunu bu çaresizlik dolayısıyla saç kesmeyi öğrenmek zorunda kalır ve erkek kuaföründe işe başlar. O hayatından memnun olmaz ve müşterileri de saç kesimlerinden memnun olmaz. Bu ekonomi lisansı olan berber ağabeyimizin etrafa saçtığı memnuniyetsizliği, berberlik mesleği için kötü örnek teşkil eder ve dolayısıyla bu zanaat itibarını kaybeder. Bu berberimizin müşterileri, evlatlarına onu örnek göstererek berberlerin mutsuz ve ekonomistlerin işsiz olduğunu söylerler, devamında ise tıp veya hukuk okumaları konusunda diretirler.
Mavi yaka boyunda bir tasma olarak tasvir edilmeye başlar ve beyaz yaka cennet gibi görünür.
Peki, gerçekten de mavi yaka boyunda bir tasma mı, yoksa bu sadece bir ön yargı halini mi aldı?
İktisadi Büyüme ve Kalkınma dersleri veren İstanbul Üniversitesi Profesörlerinden değerli hocamız Prof. Dr. Havva Tunç Çelebi, derslerinden birinde ülkedeki mesleki eğitim veren orta öğretim kurumlarının sayısının yeterli miktarda olduğunu dile getirmişti. Milli Eğitim Bakanlığının “Türkiye’de Mesleki ve Teknik Eğitimin Görünümü” raporu da hocamızın söylediklerini destekler nitelikte. Miktar yeterliyse sorun ne? Talep, rekabet, marka ve isteklendirme. İkinci bölümde Mesleki eğitim veren kurumları bu dört başlık altında inceleyeceğiz.
Hadi tartışalım! Hazır iki yazı arası bir boşluk varken fikir ve düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın,
Sağlıcakla kalın 🙂